İnsan ancak hayalleriyle yaşar ve biraz yaşamaya başlayınca tüm hayallerini kaybeder...VOLTAIRE...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Sonunu Sen Getirir misin?

   Sonsuz ilahilerin kulağına çınladığını duyumsadın mı hiç?Ellerin nasırlarında senelerin duasını okudun mu?Koyup gittiğinde serseri sevdalarını küreklere vurdun mu hiç;engin deryaların kucağına yol aldın mı?Cehennemin tam ortasındayken gözüne ilişen mahşer kalabalığında onun kokusunu içine çektin mi?Çocukların koşturduğu avlularda,ağaçların üstünde duran kuşların nasıl yuva kurduklarını izledin mi?Sorulan soruların cevaplarına hazırken,o anda unutmuş gibi hissettiğin oldu mu aşk sınavlarında?Peki,antik uygarlıkların ozanlarından muhteşem soneleri dinledin mi?Kalbin, içindeki alevlerin arasında tir tir titrerken onu bir başkasına uzatacak kadar cesareti kendinde buldun mu?Tenindeki hissiyatsızlığın sebebini ararken aynada kendi yüzünle karşılaştın mı,suçlu,kibirli,bertaraf edilmiş...Uzayıp giden yolların mesafesini iki şehir arasında ölçtün mü hiç,yoksa kendi dünyandaki şehrinden hiç çıkmadın mı?Pare pare saçılan peri tozlarını üstüne atanın bir başkası olduğunu aklına getirdin mi?Firuze renklerin egemenliğindeki giysilerle hatırlandığını sana düşündüren olmadı mı hiç?En zorlu gizlerin çeşm-i yeşillerde olduğunu sana anlatamadılar mı?Kahpe diyerek aşağıladıkları feleği,alemin bir zerresini sevdirdiği için göklere çıkaran insanlardan olmadın mı?Bavulların içine çaresizce sıkıştırdığın bölük pörçük hayallerin yerine daha kaçını koydun?Sana 'sen' diye hitap edenlerin ardındaki 'sevgilim' kelimesi için kaç sene beklediğini çok zaman düşünmedin mi ya da sadece bir 'sen'e eklenen '-i' harfinin devamını nice seneler merak ettiğini bana anlatmadın mı?Benim vereceğim cevabın 'onların arasında bile bir boşluk var' olacağını sana annen bile itiraf etmedi mi?Sana ihtiyacı olanları kapı önüne koyarken içeride tek başına kalacağını koca bir ev bile açıklayamadı mı?Rolünün çoktan değiştirildiğini kavrayasın diye seni yöneten birisine ihtiyaç duydun mu?Piyeslerin hep seni anlattığına beşeriyet tasvirleri bile yeterli olmadılar mı?Yalnızlıklarının korkusuyla,yatağının altına bakıp onu yendin mi?Bir gitar telinin titreşimlerinin dahi  paylaşılacak  şeyler yarattığını bile bile,tüm sancılarını gömdün mü?Mühürlediğin dudaklarından dökülecek coşkun şevk çağlayanlarının kaynaklarını tıkayabildin mi;ya da 'dudaktan kalbe' vecizesini hiç duymadın değil mi?Sonlarını onluklara ayırırken işlem hatası yapıp beni kaçırdığını görmezlikten mi geldin?Sabit sayıların değiştirileyemeceğini bile bile,virgüllerini getirip niye yanlış yerlere koydun? Parşömenlerin üstünde gezdirdiğin kaleminin yazmamasını dönüp gözyaşlarına sordun mu?'Bir şeyleri inşa etmenin zorluklarını' göstermek için sağlam kayaların üstünden başlamak zorunda mıydın?Yek parfüm şişelerinin içindeki kokunun,yüzündeki hatlardan gelenlerle kıyaslanamayacağını öğretemedim mi?Sana dikte ettirdiğim aşk alfabesinin hecelerini hala yanyana getiremiyor musun?Alıp gittiğin uçurtma gönlünün bir yıldırımla vurulacağına tanık olmadın mı ya da yağmurlardan kaçarken doluya tutulmadın mı?Sana sorduğum soruların cevaplarını ararken,benim ismimi tekrarlayıp,gözlerini yazanlardan bir anlığına uzaklaştırmadın mı?Seni her an takip ettiğimi düşünemeden adımlarını daha ne kadar hızlandırabileceksin...Olsun,mutluluğunu yaşa!!!

9 Aralık 2010 Perşembe

Ayrılıklar Sevginin Yarısıdır;Ne Zaman Bütünleşeceğiz...

  Çoktandır girmediğim odama giriyorum.Eskilerde bıraktığım o rozet koleksiyonumu hatırladım ve yaşamayı yeniden öğretmek için onu arıyorum.Elim,bir yağmurlu gecede seni altında sakladığım şemsiyeye denk geldi,açıldı;sanırım artık seni uğursuz saymalıyım.68 plaklarından birisine rastlıyorum,ne çok severdin insan sesini duymayı,ne az bilirdin işitmeyi...Gülüyorum,seversin bu halimi.Eskiden kalan bir albüme denk geldim;kapağını açıyorum.İlk fotoğraflarımız siyah beyazmış,sanırım tozdan...'Sana ve sevgimize' yazmışsın kapağına demek daha önceden sevgiyle tanışmışız.Elimi fotoğrafların üstünde gezdiriyorum;ben 'renk körüyüm' senin parlaklığını ancak böyle anımsıyorum.Şaraplar bizim için içilmiş,besteler bizim için yazılıp,şarkılar bizim için söylenmiş,hepsini anlıyorum.Bak sen ve ben,tutkuyla birbirimize sarılmışız,sanki nereye kaçacaksak!Sonraki sayfalarda seni hissedemiyorum artık,galiba darmadağın olmuşsun,tozlar bile üstünü örtmeye yeltenmemişler.Yolculuklarda çekildiğin fotoğrafların da var burada,bak;bensiz.Bunları da çok seviyorum,seninle olan yolculuklarımı hatırlatıyor.Ama biliyorsun sevgilim,tohumlar yeşerirken su isterler;hani neredesin?Yolculuk demişken,'sen benim güvendiğim tek kaptansın' demiştim ya sana aşk sularında...Unuttun tabi;'gemileri batıran hep bir insandır,hiç bir zaman deniz olmamıştır'.Minik,beyaz bir kuzu çıktı kutunun altından,ilk görüşte sahiplenmiştim seni...Bunu bana aldığını hatırlamayacağım bile,'kocaman bir aşk çiftliğinde minicik bir kuzu hatırlanır mı?' Bana göre değildi bu hediyeler,itiraf edeyim senden gelen tek hediyeyi sevdim,seni...Üstü açık bir araba hayal ederdik hep,hani saçların dalgalanırken ben de Fransız artistler gibi giyinecektim,o arabanın minik bir benzeri bana bakıyor.Onu kullanacağımızdan emin miydik;biz düz yollarda yavaş giden sevdalara hep vurduk ya!Seninle altında uyuduğumuz o örtü bile çıktı biliyor musun;köşesine bir minik kuş işlemiştin...Kuşları ne çok severdin sen;kar yağdığında onların ne yaptığını düşünürdün hep.Peki,fırtınalarda bizim ne yaptığımızı hiç düşündün mü sevgili?Kremlerin,büyük boy cep aynan ilk defa saklanır gibi duruyorlar,burada...Saadetlerimizi,sevinçlerimizi sakladığımız bu odada bir seni saklamadım ben;hala uyuyorsun sevgilim,uyanma!
   Kalbimin ırak başkentine geliyorum;tüm zafer şarkılarım miğferime işlenmiş,seni aklıma yakın yerlerde saklıyorum çünkü...Orada beni,sen karşılayacak mısın,onu da bilmiyorum.En azılı düşmanlar geldiğinde kaçacağını biliyorum,sığındığın yerlerin hepsini daha önce ben fethettim.Nereye gitsen benimle olacaksın,yabancı toprakların kraliçesi olurken o tacı hep benden isteyeceksin.Aşkta kazanmak yokturlara neden onca gönül akçesi yatırdık biliyor musun?Sen ve ben bizden önce asla kazanmayı bilmedik.Senden önce ve bizden sonra  devirlerini tek ben yaşıyorum;sen tutkuların göçüne sebep olurken ben tarihi çoktan yazıyorum.Meydan muharebelerinde asla bulunmak istemiyorum,seni düelloya davet ediyorum;sen ve ben bir de kurşunlar..Sen tetiği çoktan çekmiş gibisin,gözlerin açık,hani kurşunlar yalnızca bir taneydi...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Biz Hep İzdik;Biraz Silindik...

   Soframızı kurmuşuz yeşil çayırların tam ortasına;gürül gürül akan derelerin şenlendirdiği toprakların çocuklarıyız biz...Rakımız soğuk,mezelerimiz lezzetin nirvanalarında buluşuyorlar.Kavak yellerininin esintisi kokularımızla birleşiyor,başımızda oluşan haleler...Lalelerin üstündeki arıların sarhoşluğu bize de yansıyor,dünya mı durdu?Her şey kıvamında hayatım,lakin ağzımızın tadı yok...Bir şevk gelmeli içimize,bir renk,sigaranın dumanı gibi kaybolmalıyız sonsuzda,sonsuza dek,ansızın...Rüzgar bizi bir yer götürmeli,soframızdan çok uzaktaki yeşilliklere,fırlatıp atmalı bizi...Çimlerin koynunda aşkların en delisini yaşamalıyız,gökyüzünün çocuklarıyız biz,kalplerimiz arşa değer...Yıldızların sönmesi,güneşin sıcaklığı esir almalı bizi,gölgemizi...Başka gezegendeki varlıklar bırak yaşasınlar.biz biliyoruz ki aşkın varlığı yalnız bir tane:Sen ve Ben...Ansızın yağan yağmurlarda büyüyelim bereketle;kaçalım dersen sevgili,beni de bekle...Sevinçlerimi,umutlarımı ceplerine almalısın,ıslanmasınlar...Sakın düşürme onları;düşerlerse ezer geçeriz.Orada yer bulamayacağını söylüyorsun değil mi?Bulma!Ellerini çek onların üzerinden,ıslanmanın ne demek olduğunu onlar senin ellerinden daha iyi bilirler...Bize sunulanı yaşarız sevgili,biz sevdanın sularıyla meyimizi renklendirip,tutkunun kadehiyle içmesini de pekala biliriz...İz bırakırız,sen ve ben...Onu da sadece bana bırakma,ne olursun;seneler önce kalbimdeki çınara kazıdığın harflerin üstünde hiçbir yosun yetiştirmedim,ne olursun derinden izler bırak;yağmur için,bu yeşiller için,bizim için...
   Karların çocuklarıyız biz;kardelenleri nasıl yetiştireceğimizi de hesapsızca yolları kapatmasını da biliriz...Ben senin geçmeni engellemedim sevgili;ama seni nasıl yetiştirip büyüteceğimi de hep düşündüm.Yürü o karların üzerinden,seni çöllerde görmeyeyim Zühre'm;orası Hüsn'ün yeridir...Kurtların çocuklarıyız biz ;yalnızlığımızla yaşar,puslar içinde yaşarız, ama unutma sevgilim;aç kaldığımızda aşk şehrine inmek yok!!!O ne sana yeter ne de bana yeter...Kuşların da çocukları oluyoruz kimi zaman...Geniş kanatların üzerinde uçmanın tadına varıyor,tüm alemi yukarıdan seyre dalıyoruz;haydi benimle gel,Kaf Dağı'na gidip Anka olalım...Biz sıfırın da evlatlarıyız hem de en üveyinden...Birbirimizi tüketmeden etkisiz eleman olmasını da biliriz;ama unutma çarpılırsan bana benzersin...Tuallerdeki renklerin cümbüşüyüz biz;kimi zaman bir çalgı şeklini alır kimi zaman da inleyen nağmelerin haykıran notaları oluruz;seni en başa anahtar olarak koyarız,ister misin?Biz yürek bile oluruz biliyor musun;annelerin sahiplenişinden sevdalıların deliliklerine kadar her yerde beni anarsın...Biz hayallerin içindeki sırlarız;şişeyi biraz okşadığında tüm dileklerini gerçeğe çeviririm,sen bunu bilemezsin...

Bitmeyen Şarkılar ve Potborilerim...

   Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim.Paslı çivilerin arasında duran,toz yığınlarıyla kaplı defterini uzun zamandır temizlemiyordum.Orada unuttuğum bir sen değildin;paylaştığım yalnızlıklarımı da oraya gömmüşüm...Hatırlıyor musun; 'gidiyorum' dediğinde git demedim,sen uzaktan duyduklarını hep yanlış anlardın.Gece rüyamdaydın biliyor musun?Deniz kıyısında tek başıma sektirdiğim taşların arasından çıkıp geldin,usulca,sessiz,sakin...Hep bir özlemi paylaşıyorduk ya,denizlerin ıssızlığını da paylaşayım demiştim,sen geldin;fırlatılan taşların çaresizliğini de sen bilirsin...Rüyamda ilerledik gece boyu,sahil bize kucağını şevkatten bıkmış bir anne gibi açmıştı.Yürüdük,yürüdük,yürüdük;duraksadık,duraksadık,koştuk,yürüdük...Sendeledik,düştüm,kalktın,beni doyasıya öptün.Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim;düşmelerimiz kalkışlarımızdan sonra oluveriyordu.Sana 'uyanma' demiştim;ama sen yine çok uzaklardaydın...Anlamadın...
  Kalktığımda gördüğüm parıltıları sen zannettim,öyle değilmiş sevgilim;aşkın mapushanesinde sevginin parmaklıkları arasından bakıyormuşum.Ne önemi vardı çocukları sevmemizin,ne önemi vardı çocukluğumuzun tornalardan geçmesinin...Yüreğimizin farkına varmadan sevdik sevgilim;saçlarını uzattığın anlarla sevdim seni,gözündeki kalemin çizgisine yazdım 'seni seviyorum' cümlesini,gülüşündeki ışıltının parlaklığına konan pervanelerin en divanesinde buldum aşkı, kalbinin sıcaklığını ellerimde hissettiğimde yandım,aşık oldum sevgilim...Seni soranlar olduğunda, 'duymuyorum' sevgilim;sanırım ben de uzaklara aşina oldum...Bİr yüze baktığımda görüyorum seni,yokuşlardaki arnavut kaldırımları fısıldıyor seni,kapıdaki parmak izlerinin tekliği beni sana götürüyor;takvimlerin yerle bir ettiği günlerde haftaların başı olduğunu biliyorum sevgilim,ne yazık ki ben yalnız başıma,evimde pazarları yaşıyorum...Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim...
   Bırakıp gitmeler hiç önemli değildir,bunu sen de biliyorsun.Eğer öyle olsaydı hep karda yürür,bizi kimse takip etmesin diye adalara sığınırdık sevgilim...Dillerin de bir önemi yok,tercümanlarımızı hep yeşillerde,siyahlarda,mavilerde saklıyoruz...Harflerin sorunu ne onu da bilmiyorum;yanyana gelmenin anlamını en iyi biz bilmez miyiz sevgilim?Bir süre sonra bunu da anladım; ardından gelen noktaları hep bir bitiş olarak anlamışlar...Biz öyle miyiz sevgilim;noktaların bize anlattıklarını biz çoktan soru işaretlerine,ünlemlere fısıldadık...Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim...Seni bana anlatan aynalara bakmıyorum,bırak onlar ikili yalnızlıklarında boğulsunlar...Senin kazağına bakıyorum,onu giyiyor,aynalara öyle bakıyorum;ikili yalnızlıkları ve sen beni sonsuzluğa ulaştırıyorsunuz;seni de yanımda götürüyorum.Beyaz kedileri sevmeye başlamam için artık bir sebep görmüyorum;en güzel beyazların en güzel haliyle sevmiştim seni...Gizlice buluşmalarımızın,alelade tanışmalarımızın hatrına sokaklara çıkıyorum,meydanlara çok çıkmıyorum sevgilim;orada üşüdüğüm her dakika ellerimi ceplerime sokmaya çalışıyorum,yoklar...Av mevsimleri için sabırsızlıklarımı bile sakladım;ben en güzel ceylanı senin teninde vurmuştum zaten.Yaprakların düşmesini,ağaçlarda yeşermesini,yemişleri kıran kuşları nereden geldiyseler oraya gönderiyorum sevgilim;onlar baharlarımı kaybettiğimi bilmeden yaşıyorlar.Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim...
   Kitapların arka kapaklarına göz gezdirip,içindekileri okuyorum;biliyorum oralarda seni hiçbir zaman kurutmadım,görmeyeceğim...Sanırım beni de okuyanlar böyle okuyacaklar;arka kapaklarda yazanlar hakikatin emsali oldukları gibi içindekiler de yalnızca birer anahtardır;esas derinlerde bir yerde bir sevdanın bitmişli yer alır...Şehirlerimi de kaybettiğimi anımsattı bana şair;'bu şehirde tek kişi mi yaşıyordu ki sen gidince bomboş kaldı.' Emeklerimi geçenlerde sarayıma davet ettim;'şarlatan aşk da olacaksa geliriz,eğleniriz' demezler mi!!!Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim...Çilingirlere de kızdım sevgilim;ellerindeki aletlerle tüm kapıları açabileceklerini sanıyorlar,öyle olsa ben seni zindanlara hapseder miydim,ya bulurlarsa?Gramafonumda sevdiğin şarkıyı çaldım defalarca,bıkmadan;anladım ki dilimizin nağmeleri sıkıcı fasıllarda tükenmiş...Günbatımlarına yürüdüm,gökkuşağının altındaki hazineyi aradım,bunların hepsini bana sen yaşattın sevgilim;ama ben Leyla'dan Kays'ın hikayesini de işitmiştim...Beyin hücrelerimi kemiren kargaları bile besledim;çünkü ben çarmıha gerilmenin  sonsuz huzurunu sende tatmıştım sevgilim.Ne içimden bir can yakmak geldi,ne de senin mektuplarını ateşe atmak;bunların hiçbirisinin senin kıvılcımlarına tapmakla eşdeğer olacağını düşünmüyorum sevgilim...Sana baktığımda bilinç altının kaşifi oluyorum sevgilim;imagoların en idealini sende yaşayıp,yolunda yürüdüğüm iki kadını da seyredebiliyorum;annesin sevgilim...Senin yaptığın gibi şafaklarda uyumuyorum;ben zaman ötesine orada geçiyorum,sensiz,kimsesiz...Modern sevda fabrikalarının dünyasında hala benim minik bir tezgahım var;seni de orada ellerimle yapıyorum,çalışıyorum,göz yaşı döküyorum,yaralanıyorum,ne seni aksatıp ne de uyuyorum...Sana büyük saygım var sevgilim;heykellerin önünde koyulan çiçeklerden bende fazlasıyla var...Televizyonun sesini açıyorum sevgilim;böylece içerideki odadan gelen seslerin hiç mi hiç önemi kalmıyor...Beni çağırıyorsun ya ben battaniyenin altında çoktan saklanmıştım;bulmanı beklerken üşüdüm;ne yazık ki sen uzaklarda hiç mi hiç duymuyorsun...Gözlerin firari olsalardı,karşıma çıktıklarında hakim ben olurdum sevgilim;müebbet ise cezan...Peki sen niye kalemimi kırıp onları öldürdün?Uzun zamandır konuşmuyorduk sevgilim...

1 Aralık 2010 Çarşamba

SONSUZLUK SENFONİSİ...

  Coşkun nehirlerimin günden güne kuruduğunu hissediyorum;çılgınca kükreyen çağlayanlar bırakmıştın bana...Nehirler kururken ormanları,o bereketli akışı da kaybediyorum.Deniz kıyısında da artık bir şey yok;ne dökülen bir nehrin verdiği o canlılık ne de delice sahili döven o meşhur dalgalar...Kıyılarda  güzellikleri görmeye gelen insanlar da yoklar;sen ve ben onları da çoktan kaybettik. Hatırlar mısın gökyüzünün bizi kıskanıp gürlediği o geceyi?Hani sen korkmuştun da  aradığın sığınağın yanıbaşında olduğunu bilerek kendini bırakıvermiştin...Senin yanından ayrılmanın ne demek olduğunu bilmediğim günlerdeki kaçışlarıma mı ceza keseceğiz yoksa senin bana yalnız gelmediğine mi? Eksik,yüreğimizin çarptığı her anda bize hissettirilendi.Gökyüzünün çığlıkları, arkadaşlarımızın yüzleri, sahildeki topal martı, geçtiğimiz karanlık o sokak ve oradaki yalnız bisiklet bize hep bunu hatırlattı;biz hatırlamadık.
BELKİ de ÇOKTAN TERK EDİLMİŞTİK...
   Elimizin altında kaç yüzümüz vardı?Kaç defa sevmiş,kaç defa sevilmiştik...Önemli olan birbirimize ait olmak değil,birbirimizin yerine geçmekti,olmadı....Bir defa gözlerimin içine bakıp 'evet,bu sen olmalısın' dediğinde ben çoktan 'senin istediğin' olmuştum.Sonsuzluğun çağrısına kulak verdiğimizde duyduğumuz şarkı da bunu bize hatırlatmıştı;belki de sadece cehennem melekleriydik...Hiç kaçışlarımı,hissettiklerimi,sana ulaşmak için kaç seneyi devirdiğimi,seni kaybederken kaç senemi daha elimin tersiyle ittiğimi düşündün mü?Ya da başını yastığa koyup,çıkmaz sokaklarda kaybolduğun o anlarda gözlerinden süzülen damlaların sesine kulak verdin mi?Aynı şarkılarda hislenip,yine aynı şarkılardı birbirimizi unuttuk mu?Kendini 'çok' sevdirerek gittiğini,gelmek isteyip sadece emeklediğini sen 'de' yaşadın mı?
                                                              EN HİSLİ ANLARINDA AVAZ AVAZ SUSTUN MU?
   Konuşmalarımızın içinde isimlerimizi aradık mı?Beş dakika önce oturduğun koltuklarda ufka bakarken ben,yalnızlığa yürüyen bir çok...İki anı öncesi sen,kavuşmalarımın....Tamamlamamam için bir neden say dediklerinde sadece seni söylüyorum.Seni söylerken dünyanın en barışcıl,en saf türkülerini söylüyorum,seni severken temiz yüzlü çocukları,yeşil bir çayırın içindeki tomurcukları seviyorum.Senin ismini anarken,dolunayın ışığını içime doldurup,bekleyen aleme hayatı sunuyorum.Seni kalbimde saklarken,tüm yaralarımı,bütün ayazlarımı sandığa kaldırıyorum bir kere daha....
                        NEDENLERİ SORARKEN EDENİ BULUYORUM...
   Gurbetteki tüm bestelerde seni buluyorum.Yaralı kuşlardaki koyu merhemleri elime alıyorum ve günah Tanrısına kendi ellerimle sunuyorum.Muhayyel bahçelerimdeki günah meyvesi olmanı öyle çok istedim ki!O ağacın altında oturup sadece gölgelenmek uğruna hala fotoğraflara bakıyorum;yırtık,yanmış,eskimiş,ruhunu kaybetmiş...Takvimlerden günleri,haftaları,bazen de ayları atıyorum;sen benden hiç gitmemişsin...Bİr yerlerden kopup geldiğini hissettiğin anlarda dökülen bir tel saçının hissi için neleri feda edeceğimizi bir düşün.Aynaya her baktığında yanağına gelen bir buse hisset;karşında duran yüzün yanına bir yün daha koy...Dön demeye utandığın anlarda özlendiğini yaşa;geri dönüşler için zamana ihtiyaç olmadığını anla.Gözlerini her kapattığında açılan bir çift göz gör;sana bakan,sana dokunan,sana kopup gelen...Unutmak isterken etrafındakilere bir bak,bazen bir dostla bazen de avuçiçlerindeki heyecanla ben gelirim...
ARKANA BAKARKEN GÖRDÜKLERİN,ÖNÜNDEN GEÇİP GİDENLERİ SANA GÖSTERMEZ...
   Şans değil belki ama bir yaşam daha istiyorum.Biliyorum sen de istiyorsun;kırılmış çerçevelerin içindeki resmi değil mutluluğun tablosunu...Bir kaç beden öncesine almayı yaşamı,hatalarımızın toplamından çıkanların sıfır etmediğini...Düşlüyorsun;düşlerken ne bir harikalar diyarına gidiyorsun ne de bir lunaparka...Bir kanepe çıkıyor karşına;sen orada hastalıklı halinle oturuyorsun bense kapıdan girip çıkıyorum...Beyaz sayafalar istediğin defterler arzuluyorsun.Kalemi beklerken gelen meltemle tüm sayfalarını kaybediyorsun,sayfaların altından çıkan kalem...Hikayelerin sonunu tamamlamak isteyen çocuk heyecanı yaşamak istiyorsun.Kaybettiğin gülüşlerin uzaklarda el salladığını görüyorsun,hepsi bu.Suretlerin kaybolmasını diliyorsun.Dileklerin şartlarla beraber geldiği o dersi hatırlıyorsun,araya giren '-' çözmüş oluyorsun.Yüzeye çıkmak isterken acele davranıyorsun.Kimi zaman boğulmaların can bağışlayıcı olabileceğini unutuyorsun,karaya bile vuramıyorsun.Selam söylemek niyetin.Kelamların çok önce birileri tarafından 'edildiğini' aklının ucundan bile geçirmeden...Islıkların verdiği cesareti kendinde buluyorsun.Tıpkı güllerin defter yapraklarında bulduğu güç gibi;kuruyacak,solacak,dökülecek...Bir dem vurmak istiyorsun kadehlere.Diplerde unutulan şarapların nasıl katılaştığını hiç görmemişsin.
                        YOLLARIN NEREYE ÇIKTIĞINI BİLMEDEN YAŞADIK...
   Hayatın kestirmelerini kullanmamız,doğru yollardan saptırdı.Kadehlerin içinde yüzen balık olalım derken,deryaların içindeki minik adacıklar olduk;barındırdığımız hayatların bir tanesi bile kalmadı...''Başka türlü bir şey benim istediğim,ne ağaca benzer ne de buluta...''Işıklar içinde yat sevgilim....

  
 

26 Kasım 2010 Cuma

Arayışın Çağrısı...

Mukaddime:   İsimler değişiyor;değişirken hem seni hem de beni değiştiriyorlar. Güzel bir altın yaldızla yazılan çirkin bir yazı gibi oluyoruz çoğunlukla;her şey güzelken noksan olan bizleriz.Bu yazıyı okurken sakın bunu unutma: Bunu sana yazmıyorum!Evet; sana yazmıyorum.Hayatımla benim aramda olanlara anlam vermediğini bile bile bu yazıyı okuyamayacağını sen de biliyorsun.En sevdiğin renk,en son izlediğin güzel bir romantik komedi,tadına bayıldığın bir yemek,tüm bunların hepsi benim için de önemli değil;gittiğinde dağıttığın renkleri mi sana anlatayım,romantik komediyi yaşarken maskeni takmanı unutmanı mı?Hem ne demiş şair:'Ne kadar rezil olursak o kadar iyi...'
   Ne sen adımlarını atmaya çalışırken üzerinde yürüdüğün kumlara dikkat ettin,ne de ben deniz kıyısındaki ayak izlerinin kaybolduğunu...Deniz kabuklarının içindeki sesleri keşfedebilseydik,martıların dilini de çözerdik ,onların yaşadıkları sevdaları da...Akşam sofralarına oturduğumuzda rakının tadına varabilseydik,rokanın yeşilinin bir yerlerde görmek istediğimiz gözler kadar rengarenk olabildiğini de anlardık...Ellerimizin  sadece sevdadan ibaret olmadığını hissedebilseydik, aşkın okunmaz kıyılarının sayfalarını onunla çevirebileceğimizi kestirirdik...Uzun saçlarının arasında kaybolmanın verdiği mutluluğu bilebilseydin,rüzgarın o saçların ahengindeki kokuyu almak için nasıl da delirdiğini anlayabilirdin...Açılan kapıların arkasındaki huzuru aramaya çalışsaydık,o kapıların kilitlerini hiç mi hiç umursamazdık...Gecenin verdiği yalnızlığı Tanrı'ya sorsaydık,Adem'in yanına Havva'yı neden koyduğunu  okurduk...Geçen saatlerin bizim için getireceklerini bilebilseydik,akrebin yelkovanla bir bütün teşkil ettiğini  anımsardık...Hatıraların bir fotoğrafa sığabileceğini kendimize anlatabilseydik,rüyaların içinde yaşadığımızı çoktan fark etmiş olurduk...Verilen armağanların manasını sorabilseydik,her günün özel olduğunu dile getirebilirdik...Yolların uzunluğu içinde geçen paylaşımları elimizle tutabilseydik,Dünya'nın bize çok daha dar geldiğini hissedebilirdik...İsimlerin değil hissiyatların önemini birbirimize anlatsaydık,bir cümlenin öznesinin gizliliğini de anlayabilirdik...Sürüp giden hayatın farkına varabilseydik,denizin vaadlerini de anlardık adaların yalnızlığını da...Seni seviyorum demenin heyecanını her gün yaşayabilseydin,kapatılan her telefonun bir sonraki sevgi sözcükleri için umut olduğunu da anlardın...Duvarlara kazınan harflerin ikisini de görebilseydik,iki parçanın bütününü de görebilirdik...Bir dilim sevgi alabilseydik tabağımıza,ana yemekten önce başlangıçlara hiç bakmazdık...Benim yazdıklarımı sen, okuyabilseydin,Leyla'nın anlattığı Mecnun'a dönüp bakmazdın...Şarkı söylemenin keyfine varabilseydik,hıçkırıklarının içinde bir melodi duyardın...Tuttuğun ellerin hepsinin hakikatten kaçış olduğunu duyumsar,hakikatin elmasını fırlatıp atmayı hiç istemezdin...Bir yaz günü buz gibi kesilseydin,içindeki katrenin çoktan donduğuna da anlardın...Ümidin ne olduğunu bilseydin,umutlarının çoktan tükenip gittiğini kalbinde hissederdin...SANA...

15 Kasım 2010 Pazartesi

Yasaklar...

   Düşündüklerimizi söylemeliydik.Sen canın istediğinde terk etmeliydin;bense canım istediğinde çekip gitmeliydim;böylece mecbur kalmanın yollarına çıkmayacaktık hiç. Canımızın istediği zamanlar yaptıklarımızla yaşayacaktık aşkın kendisini;onu en savunmasız olduğu anlarda yakalayıp bir kış gününde yakacaktık.Evet;biz bunları yapacaktık... Kış günlerinde yudumlanan sıcacık kahvelerin, mutlu olunan o anlarda tokuşturulan kadehlerin, yürünen İstiklal'in de bir anlamı olabilirdi belki...Belki de gerçek istiklal,bizim yürüdüğümüz yol olacaktı.Geride kalanları bir kutunun içinde saklamayacaktık;çünkü kalanlar her zaman toplamdan eksilenden daha küçük kalacaktı...Ele avuca sığmayan çocukluğumuzu,hayata kaş çatmamızı sağlayan olgunluğumuzu,sevinçlerimizde hareketlenen yüreğimizi herkesle değil kendimizle paylaşacaktık.Doğru söylüyorsun; hepimiz,herkesi sevdiğimiz gibi seviyoruz;herkesi severken yaptıklarımızı son sözleri söylüyormuş gibi adeta püskürtüyoruz...Her insan, sevdiklerinin toplamıdır,bunu biliyorsun ve -yine- her insan,uğradığı limanlarda soluklandığı anlarda aldığı nefesler oranında hayatta kalabilir;aşkın içine düşebilir...Yapamadık;zaten yapmak istediklerimiz olmuş olsaydı hiç karşılaşmazdık bile...Sen yerinde duruyor olacaktın;bense yalnız kalabilecektim...Söylediklerimin tamamen yalan olduğunu düşünmelisin;böylece yürüdüğümüz caddelerin,içtiğimiz kadehlerin,vurup yıktığımız hayatın gerçekliği hala seninle kalabilir;bunu bir düşün...
   Ben düşünüyorum; 'aramızda yaşanacak,yarım kalan bir şeyler var.'. Bu yüzden ne Kasım'dan vazgeçtim,ne sonbaharda yapraklarını hunharca döken ağaçlara kızdım,ne de sana bakabildim...Bunları yazarken ben gülümsüyorsun;çünkü bunlar sana yazılmış olanlar değil...Sana yazılmış olanlar hala elinde mi,hala onları alıp okuyor musun onu hiç mi hiç bilmiyorum...Bne her Kasım ayında,her yağmur yağdığında,her kış güneşinde,her düşen yaprakta yeniden yazıyorum,yeniden haykıracaklarımı dinliyorum...'Bir sevgiye bakıp çıkacağım.' dediğini duyar gibiyim bu mevsimde...Olsun;ben saatimi yeniden Kasım'a,yeniden mutluluğa,yeniden sensizliğe kuruyorum;niye mi? Baktığın sevginin içeride olmadığını anlayasın diye...

14 Kasım 2010 Pazar

İki Göz;Tıpkı İkimiz Gibi...(Belki de bir deli)...

   Kapıları açık bırakıyorum.Kimileri getirdiklerini çıkartıyorlar,kimileri de çıkartılanları topluyorlar.İki-üç odalı şu evde ne çok şey yaşandı da ne çok kahramanlar yitip gitti. Mutfaktan sesler geliyor;ileride aşk hayatının ne olacağını kestirmeye çalışanlar ellerinde fincanlar,fallarına bakıyor. 'Heyhat' diyorlar divandaki yaşlılar;'kazandıklarımızı ne zaman kaybettik?'. Koridordan iki üç kişi gelip geçiyor;odaların kapısından içeri bakıyorlar;sanki yitip giden uykularını arıyorlar... Sessizce bir kedi geçti sanki, kovaladığı yumağın oyuncağı olduğunu bilmeden onu öylece yuvarlayarak,yakaladığında istediği sadece birazcık huzur ve sessizlik halbuki;tıpkı yumuşaklığın verdiği o muhteşem haz gibi...Kağıt sesleri geliyor banyo yakınlarından;yazılan son mektuplar ya yırtılıp çöpe atılıyor ya da...Ya da yitirilip gidenlerin ardından bitirilmemiş cümleler yazılıyor,noktası koyularak...Açık kapının dışından sesler geliyor;hiç tanınmıyorlar adeta yeni bir soluk yeni bir heyecan yeni bir nefes gibiler;hayır,o nefesler de çoktan yavaşlıklarını tüketmişler...Bir yemek kokusu geliyor ardından,evde bir telaş,masalar kurulacakmış gibi;uzaktan bakan ise sadece bir yumak ve bir kedi....Telefonlar çalıyor odalardan,aynı anda arananlar var sanki; bilmiyorlar ki o telefonlar da artık birer deli...
   Geçen gece gördüğü rüyayı anlatanlar,getirdiklerini toplayanlarla beraber oturmuş,konuşuyorlar;yaşadıkları belki birer mazi fakat hakikatin ta kendisi...Gittikleri anda başladı hüzünleri,sevinçleri,hevesleri,saklayamadıkları hisleri...Uzaktan bir gözün onları izlediklerini bilmiyormuş gibi yaptılar;kendilerinde de iki göz olduğunu unuttular...Bir gözle başkalarını izlerken diğer gözle sevgilerini takip ettiler.Umutlarını,yitirdiklerini, bir kış gününde buldukları sıcacık sevgiyi bir yaz gününde nasıl dondurup attıklarını izlediler...Unutup yine sevdalanmak istediler;kapıdan son bir kez çıktıklarını bilmeden;bir hıçkırıktı onlar boğazlarda düğümlenen,asla inemeyen....Rüyaları anlatanları dinlerken getirdiklerinin üstüne oturuyorlar,soluklanmak için mi yoksa onları hiç çıkartmamak adına mı...Mutfağa şöyle bir bakıyorlar,falların verdiği umutlar çoktan tükenmiş bile;divanın eski yerinde duran boş bir kutu;banyonun kapısının sesi geliyor dikkatlere doğru,kapıyı açan rüzgarmış,kapıya gelen kağıtlardan belli...Açık kapıdan gelen seslerden birisine yanıt veriliyor;aşkların orada olduğuna dair bir ümit var; ayağa kalkıyorlar,getirdiklerini götürmek adına kucaklarına yüklüyorlar;iki gözden biri dışarı bakarken birisi yere odaklanıyor;ayaklara takılmış yumuşak bir yumak,arkasından gelen bir kedi ve salondan onlara bakan bir göz...

1 Kasım 2010 Pazartesi

gidenler içinde Bir Ben yoktum...

'İlk günkü gibi duruyor hala' cümlesi fısıldandı müzik çalardan az önce...Düşündüm;böyle bir şey olabilir mi acaba? Duranın ne olduğu, ilk günün nasıl olduğu,hala durmasının neleri çağrıştırdığını hissediyorum.Her bir bakışımda seni aramamın sebebi duranlar mı?Haa;duranlar demişken, onlar senin bende bıraktıkların...Bir kaç tane resim, belki bir çerçeve,belki huzursuzluğum...Bakmaktan korkar mı insan?Evet;korkar!Ben korkuyorum... Gözlerimin baktığı her yerde aradığını bulamamasından, cesaretsizliğin çırpınışları içinde debelenmekten,inanmak istemediğim aşkın göze batan bir çöp olmasından korkuyorum.İçimden gelenler mi bunlar onu da bilmiyorum; çünkü sen bana hep bir şeyler fısıldamışsındır...Akislerinin söndüğü duvarlara göz gezdiriyorum;ne bir renk kalmış ne de bir ses... 'Dili olsa da konuşsa' haykırışına karşı söyleyeceklerim var belki de;ben bu duvarların konuşmasını istemiyorum;çünkü ben konuşmanın verdiği acıların neler olduğunu onlardan iyi biliyorum...Çalan telefonların bile manası yok;biliyorum ki o telefonların ucundaki ses ne benim ne de senin sesin olacak... Yürüdüğüm yolların getirdiklerini de merak etmiyorum;yıldızların kifayetsiz oluşlarına tanık olmamdan başka bana verdikleri hiç bir şey yok... Geçtiğim sokakların ehemmiyetsizliği beni hiç mi hiç üzmüyor; ben, bana çıkan tüm yolların,sokakların senden geçtiğini biliyorum...Bırak ben bileyim, bir başkası o yollardan geçerken ben onlara sadece gülümseyeyim... Yol demişken,bir ada geldi aklıma, bağlılığın,sadakatin ne olduğunu bağıra bağıra söyleten dalgaların koynundaki o yer... Gidip de dönmemek alışkanlığını ben orada kazandım; tıpkı yüreğim gibi...Meydan savaşlarında yaralanan kalbim,esir düştüğü o yerde,kendisine yabancı bir kıyıda dolaşırken sevdi yabancı toprakların da tıpkı ait olduğu yeri sevmesi gibi bir sevgiyi verebileceğini düşündü.Elbette başka ne yapabilirdi ki; ona yaşam sağlayan bu yabancı yerdi; sonraları 'keşke meydan savaşlarında edindiğim yaralara kavuşsam' dediğini çok duydum.Ne de olsa bu yer yabancıydı ona; istenmediğini ve ait olduğu yere olan bir hasretin olduğunu ona anlatan olacaktı...O,ait olduğu yeri anlatmaya çalıştıysa da bunu başaramadı; yıldızlar gibi sözler de kifayetsiz olabilirler! Sokaklar diyordum,evet;sokaklar...Tüm çizgilerin konduğu,cıvıl cıvıl neşesiyle çocukların doldurduğu,hayatın olağan hızında akışın yaşandığı o yerler... Ben geçmiyorum,geçemiyorum... Bu tabela mı,şu Arnavut kaldırımları mı söylecek bana senin de oradan geçtiğini....Bırak söylemesinler;ben seni hep 'bil'dim çünkü...Bilmek de istemiyorum; 'hiç bir şey bilmediğini söyleyen o adamın' yalancı olduğunu anladım; insan bilmeyi de unutmasını biliyor...Yattığım yastığa bakmıyorum bile; seninle işbirliği yapmış,benim boynuma duygulardan çelengi onunla beraber takmıştınız.Yapmıyorum;uykularımın bile hafif kaldığını hayatım bana anlatıyor;doğru ya, en derin uykular bırakılan o kucaktaydı ve bırakılan her kucak,bir telaşın eseriydi...Telaşlarım bile telaşla benden uzaklaştılar; çünkü 'hızlı yaşadıklarımız' bizi sağ şeride mahkum etti...Hep yazdığımı biliyorsun,sana da ne çok şey yazmıştım...Artık onu da yapmıyorum,biliyor musun? Yazdıklarımın hep boş olduğunu da bana söyleyen sen oldun...Bir gün yaparsam eğer,yine yeni yeniden, bu başladığımız destanın bitişi olacaktır.Hep bir tebessüm gelirdi yüzüme ya tebessüm-i hulyalar alır giderdi;işte onlardan kalan sadece 'teb'...Okuduklarımı da anlamamaya başladım sanırım; hayatın kitabında saklananlar çoktan okunmuştu...Anılarım bile yok biliyor musun; bunu okurken sen de olmadığını da anlayacaksın, tam tersini düşünmek için yeterince anıya sahip olmayı, hep bir kavuşmama adına isterdim...Sevgi adına,insanlığın uğrunda çağlar kapattığı, neslini yok ettiği o tılsım adına yemin etmeyi de aklımdan çıkardım;fakat çıkaramadığım hala bir aklım var...Ve bu sebebtendir ki;seni hala özlüyorum...